08 Temmuz 2020
Büyük Yalan
Ziller Kimin İçin Çalıyor?*
13 Haziran 2020
Halimiz Duman...
Nitekim bundan önce yerel basında sadece Gaziantep 27 ve Hakimiyet’in yer verdiği, diğerlerinin üç maymunu oynadığı bir ortamda, Kızıl yönetimi gecikmeli de olsa bir basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısında iddiaların tamamının iftira olduğunu söyleyip sonra da ortaya iddiaları çürütecek hiçbir belge koyamamak, sorgulanması gereken bir durum olsa gerek.
07 Haziran 2020
Orada… Bükreş Metrosu’nda
-I-
orada…
duruyorsun
kaldırımdaki bulutlar
tanığımdır
gri ve hüzünlü
ne bir ses
ne bir gölge
ne de bir nefes
-II-
orada…
gümüşten gözyaşları
pusuya düşürülmüş
yorgun, yenilmiş bir kentte
yer altı inlemekte
bu gökyüzü sana bana dar*
-III-
orada…
insanlar yaban
yağmur yağıyor ağustos ortasında
sokaklar yaman
memleket bir damla yaşgözünde
yaşasın
monemetul revolutie*
-IV-
orada…
zaman akıp giderken
çizgiler çizer
bazen teğet geçen
bazen kesişen
hayat seni düşündürür
alıştıramaz kendine…
aaahh!..
kalabalıklar
seni benden saklar*
istasyonlar harf harf adını sayıklar
-V-
orada…
iner şafağın alacasında
karıncalar ordusu
şehre
kenar mahallelerden
ve
dirlik düzenlik
esamesi okunmayan umuttur
-VI-
orada…
duvarlar kan siyahı
bir gazete sürmanşette
25 aralık 1989
“idam edildiler!..”
gözü(n) aydın
gözü(n) yaşlı bükreş…
-VII-
orada…
bir insan nereye gider
bir asker kışlaya döner
omuzlarım beni alıp sıkıntıya gider
bir şehir kendine ilerler
adım adım
-VIII-
orada…
sarımtırak bir müzik çalar sürekli
mevsim sonbahar
ve yaprak döker sol yanı bükreş’in
her dem
-IX-
orada…
caddeler geniş
yollar uzun
binalar büyük büyük
gri
ve
kederli
-X-
orada…
her şeyin özeti
-kırmızıyla yazılacak siyaha İNAT-
bütün metro istasyonları dinamitlenmeli
kızıl’ın kara’ya hükmettiği zamanlarda
27 Aralık 2007 Pazartesi
***
iyi ki varsınız…
* Italo Calvino’nun “Görünmez Kentler” i
*Edip Cansever
*Behçet Aysan
*Bulutsuzluk Özlemi
... Versus …
Aynı şehrin iki takımı…
İkisi de liglerinde 24 puanlı, ikisi de Türkiye Kupası’nda gruplarında 4’er puana sahip.
Bütçeleri ise oldukça farklı, bir de izleyenlere verdikleri keyif ve oyun anlayışı.
Birisi alt ligin takımı da olsa, üst ligin liderine deplasmanda kök söktürürken; diğeri kendi liginin en kötü İstanbullusuna bile sahasında eziliyor. Sonuç aynı; ama alınan haz oldukça farklı… Aynı başarıyı daha zevkli, keyifli halde yakalayan mı, işkence haline getiren mi tercih edilesi?..
O zaman insanın aklına meşhur fıkranın şu repliği geliyor: İyi de ağa biz bu boku niye yedik?..
Gaziantepspor’un Galatasaray maçıyla başlayalım:
Galatasaray’ın geride Gökhan Zan ve Servet, önlerinde Neill, Ayhan, Hakan Balta gibi ön libero potansiyelli oyuncularla sahada yer alması, Gaziantepspor’un orta alanda zaten çok sınırlı olan top yapma becerisini tamamen öldürdü. Bakmayın maçın başındaki gole. Kırmızı siyahlıların tek organize atağıydı koca 90 dakikada. Gerisi kör dövüşü…
Bu sezon her bakımdan yerlerde sürünen Galatasaray’ın da -sanırım- sezonun en iyi 45 dakikasını oynadığı bir ilk yarı izledik. Maçın ikinci yarısına dair söyleyecek tek şey ise kendinize acımıyorsanız, bizlere acıyın!..
Gaziantep Belediyespor’un Trabzon maçına gelince:
Trabzonspor ne kadar dağınık ve amaçsız oynarsa onlar o kadar cesur ve bilerek oynadılar. Spor Toto 1. Lig’de çoğu takımın yapmaktan aciz olduğu peş peşe altı yedi pası çok rahat yapıp hücum yapabiliyorlar. Hücumda topu kaybettiklerinde de anında savunma…
Gaziantep BB, Nurullah Sağlam dönemindeki Gaziantepspor gibi oynuyor : Kenan, Tabata; Eren, İsmail Köybaşı; Ramazan, İvan de Souza; Osman Fırat, Mehmet Polat rolünde.
Sonuç olarak Erol Azgın’ın öğrencileri, BankAsya’da belli bir düzeyi yakalayan oyun anlayışını kupa maçlarına da yansıtmayı becerdi. Kupada ilerleme şansları devam ediyor. Gaziantep BB bu oyunu ile Sportoto 1. Lig’te ilk 6’ya bile girebilir.
Bir soruyla bitirelim:
Hayal bu ya, finalde bu iki takım karşılaşırsa kupayı kim alır?
Cevabınızı duyar gibiyim.
23 Aralık 2010 Perşembe
Bir İşkence Aleti Olarak Futbol
Liverpool’u 15 yıl çalıştırmış efsanevi teknik direktör Bill Shankly’nin “Futbol bir hayat memat meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir.” diyerek açıkladığı bu “oyunötesi oyunu” nasıl bu hale getiriyorsunuz anlamak zor.
Futbol kapsama alanının dışındaydı yine, ligin 17. haftasında hala kendini aramakla meşgul iki takımın maçında. İki takımın formasındaki “siyahlar” adeta birleşmiş kapkara bir futbol çıkmış ortaya. Dün akşam, bu iki takımdan beklediğimiz “güzel futbol”, Mecnun’un çölde Leyla’yı araması kadar absürt… Seyircinin yokluğu, devlet hastanelerindeki tuzsuz yemek kıvamında zaten…
Bizim Karcemarkas ile onların Q7’si olmasa futbolu sevmeyenlerin ve futboldan anlamayanların “yirmi iki kişi bir topun peşinde koşuyor, çok saçma.” nitelemesini haklı çıkaracak bir maçtı. Hepten ölü maç organizasyonu…
İlk yarı İvan de Souza – Olcan Adın ikilisiyle gelişen bir iki cılız atak… Gerisi topu al, sonra üç pas yapamadan rakibe ikram et! Rakip de aynı biçimde karşılık verince “hay sizin oynadığınız oyuna” serzenişleri…
Tolunay Kafkas’a ne demeli bilmiyorum? Geçen gün bizim gazeteye gelen bir okur yorumunu paylaşıp geçeyim: “Bu sezon Galatasaray’ı ve şu durumda yakaladığımız Beşiktaş’ı yenemeyeni döverler.”
Teknik kadronun “deplasmanda, hem de BJK’ten alınan 1 puan iyidir” ilkelliği, Yeşilçam artisti Popov’un bencilliğin dibine vurduğu, Julio Cesar’ın isabetli şut atma rekorunu “ofsayta güzel düşme” rekoruna tercih ettiği, Orhan Gülle’nin yerlerde sürünen oyunu bu maç için söylenebilecekler.
Attığımız golde Julio Cesar’ın katkısı ve Olcan Adın takipçiliğine selam çakarken, yediğimiz karambol golünde Elyasa’nın önündeki topu bir türlü uzaklaştıramayışına da yılbaşı öncesi kötü bir şey demeden geçelim.
İlk devreyi 24 puanla kapatmak, Gaziantepspor kadrosu için “başarı” olarak kabul edilemez elbette.
Devre arasında iki transfer yapılacağı söyleniyor. Teknik kadronun iki yeni transferden önce oyun mentalitesini bir kez daha gözden geçirmesi gerekiyor. “Oyunbozanlık” üzerine kurulu bir oyun sisteminin evirilip oyunu düzen, yeniden yeniden yapılandırabilen, birden fazla oyun planına sahip bir yapıya dönüşmesi elzem.
Tersi, istediğiniz oyuncuyu getirin hikaye, hikaye, hikaye…
Son olarak da Sayın İbrahim Kızıl yönetiminin 5.sezonunu tamamlayıp 6.sezonunu kutlayacağı önümüzdeki günlerde başkan ve ekibine sormak gerekiyor: Başarı olarak addedilecek ne yaptınız? Kamuoyuna açıklar mısınız?
Bursaspor gibi lig şampiyonu, Kayserispor gibi Türkiye kupası, Sivaspor gibi yeni stadyum… Hangisi?..
* * *
Maçın gollerini izleyebilirsiniz:
http://www.turkiyes.net/besiktas-gaziantepspor-mac-ozeti-ve-golleri-19-aralik-2010.html
20 Aralık 2010 Pazartesi
İki Dilli Bir Maç
Memleket yönetenleri, artık elzem olduğundan ve gelinen süreçte de kendini dayattığından “çok güzel kardeşlik projeleri” geliştiriyorlar bugünlerde. Bu girişimler, çoğu zaman Türk toplumunda karşılığını bul(a)mayıp sembolik adımlar olarak kalsa da oldukça önemli.
Geçtiğimiz haftalarda BankAsya Ligi’nde Samsun-Adana maçını TRT Şeş yayınlamak istediğinde, “bazı vatansever kulüp yöneticileri” karşı çıkmış ve engellemeye çalışmıştı bunu. Yıllardır dillerini elinden aldığımız halka ufak bir jesti çok görmüşlerdi.
Malum devlet kanalımız bu soruna, bu hafta Gaziantep BB – Diyarbakır maçında müthiş bir çözüm buldu:
Maçı, TRT Şeş’te Kürtçe yayınlıyor, “bonus” olarak da uydunun dil seçeneğinden Türkçe opsiyonu sunarak tepkilerin önüne geçmeye çalışıyor. Yani, bugünlerde BDP’nin çokça eleştirilen “iki dillilik önerisi” devlet televizyonu nezdinde hayata geçiriliyor. Bu uygulama, bu önerinin pratikte uygulanmasının ne kadar da kolay olduğunu ortaya çıkardı böylelikle.
Tüm dünyanın küresel pazarın çeşitlenmesinin de etkisiyle “çok-dilliliğe” gittiği bir dönemde “iki-dilliliği” bu topluma çok görmemek gerekiyor.
Ya bölünürsek mi?
80 yıllık geçmiş pratiğimiz, tek-dilliliğin bizi bölünmeye daha çok yaklaştırdığını göstermiyor mu?
19 Aralık 2010 Pazar
***
Bir film önerisi
Bir deniz anasıdır umut (I)
bir deniz anasıdır umut
koca denizin orta yerinde
bir açılır bir kapanır
açılır kapanır
kapanır açılır.
(Can YÜCEL’den)
Cumhuriyet tarihimizin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorunu eksenli, siyasal ve silahlı çatışmalara neden olan bu derin problemin çözümüne dair bir tartışma ortamı yaratıldı epey zamandır. Ancak hem iktidar cephesinde hem de kamuoyu cephesinde sorunun çözümüne dair sabırla beklediğimiz “olgunlaşma” bir türlü istenilen düzeyde gerçekleşmedi henüz. Ama tüm hatlarıyla olmasa da sorunun çözümüne/çözümsüzlüğüne dair rol almak isteyenlerin kısmen dertlerini anlamak adına da verimli bir süreç olduğu söylenebilir. Bu süreçte olup bitenleri derleyip toparlayalım ve bir de kendi penceremizden değerlendirelim istedik:
2002 yılından bu yana iktidar olan AKP yönetiminin Kürt sorunuyla ilgili dönem içerisinde yaptığı açıklamaların birbiriyle olan çelişkisi kamuoyunda sorunun çözümüne dair samimiyetin sorgulanmasına, soru işaretlerine neden oluyor. Hasan Cemal’in Murat Karayılan ile gerçekleştirdiği röportajın 05 Mayıs 2009 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanmasıyla bu sürecin tabiri caizse fitili ateşlendi.
Devamında Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan merkezli, devleti ve hükümeti temsil eden iki noktadan sorunun çözümüne dair yapılan pozitif açıklamalar bir anda bu konunun gündemin ana tartışma konusu olarak merkezde yer almasını sağladı. Sorunun çözümüne dair en üst düzeyden gösterilen bu reflekse, sonraki MGK toplantılarında da devam kararı çıkması oldukça önemli(ydi).
Hâlihazırda Başbakan Erdoğan’ın 11 Kasım 2008 tarihinde Hakkâri’de söylediği, patenti MHP’ye ait olan “Ya sev, ya terk et…” biçiminde yorumlanan sözlerine bakalım: “Tek millet, tek bayrak kabul etmiyoruz diyen varsa buyursun beğendiği yere gitsin.” Bir de 21 Şubat 2009’da Diyarbakır’daki seçim konuşmasına bakalım: “Biz tarihimizi, medeniyetimizi, devletimizi sizlerle birlikte inşa ettik. Biz aynı bedenin içindeki ruh, aynı bünyenin unsurlarıyız. Fırat ve Dicle nehirleri gönüllerimize aktıkça, ebediyete kadar birlikte yürüyeceğiz.
Evet, yukarıdaki iki yorum da Sayın Başbakan’a ait ve her ikisi de bölgede yapılmış. Buna benzer çelişkili açıklamaların örnekleri çoğaltılabilir ya da özellikle Sayın Erdoğan’ın DTP/BDP ile ilgili tutumu hatırlanabilir bu durumda. Birinci ağızdan yapılan bu tür yorumlar ve sergilenen davranışlar elbette kamuoyunun kafasında soru işaretlerine neden oluyor. “Acaba ne kadar samimiler? Gerçekten çözebilecekler mi?” sorularının cevabı için süreci takip etmek düşüyor bizlere.
Dünyada birçok sağlıklı çözüm örnekleri bulunsa da Türkiye modelinden bahsedilmekte çözüme dair… Ancak bu modelin içeriğinin doldurulamamış olması da başlı başına iktidar adına bir sorun… İçişleri Bakanı Beşir Atalay üzerinden bir dönem yürütülen görüşmeler demokratik kültür ve tartışma ortamı adına umut vericiydi. Dileriz ki AKP iktidarının geniş kesimleri sorunun çözümüne dâhil etme çabası bir oyalama, zaman kazanma taktiği değildir, hep söylenegeldiği üzere… Sayın Beşir Atalay’ın sürecin ilk bölümündeki çabalarının “iyi niyetle” sınırlı kalmaması çözüme destek veren herkesin temennisi sanırım.
Tabii ki 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı probleminin kısa zamanda çözülmesini beklemek de saflıktan başka bir şey değil. Ancak çözüm sürecinin de uzaması hem tartışmaları başka noktalara götürebilir ki Türkiye kamuoyu buna uygun bir zemine sahip, hem de dış baskıların artmasına neden olur ki iktidar adına sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir. ABD patentli bir çözüm olduğuna dair iddialara Sayın Erdoğan’ın verdiği tepkiler iktidarın bu strese/baskıya dayanamayıp kırılabileceğine dair bir ipucudur.
Bir başka temennimiz, üslup noktasında gerekli hassasiyetin gösterilmesi. “Namus, şeref, vatanperverlik, Türklük” gibi kavramların üzerinden yürütülecek bir demogojik söylemin böyle bir sorunun çözümünde pek rol oynamayacağı, onların yerine “akıl ve sağduyu” kavramlarının daha çok katkı sunacağı aşikâr. Duygusal hezeyanların, hamaset nutuklarının çözüme değil; çözümsüzlüğe hizmet edeceğinin bu kesimlerce biliniyor olduğunu temenni ediyoruz.
Kürt sorunun çözümü, gelinen noktada ülkemiz adına bir şans olduğu kadar son dört seçimde (genel ve yerel) ve referandum sürecinde geniş halk yığınlarının desteğini arkasına alan ve medyayı yönlendirmede de ustalık kazanan AKP iktidarı için de büyük bir şans.
Dileriz, iktidar sahipleri çözüm noktasında küçük hesaplar peşinde koşmadan iktidar olmanın da getirdiği sorumlulukla hareket ederek sağlıklı bir çözüm gerçekleştirir.
(Devam edecek…)
16 Aralık 2010 Perşembe
Bir deniz anasıdır umut (2)
bir denizanasıdır umut
koca denizin orta yerinde
bir açılır bir kapanır
açılır kapanır
kapanır açılır.
(Can YÜCEL’den)
II- Muhalefet Cephesi:
Demokratik açılım çalışmalarına meclisin iki büyük muhalefet partisinin (CHP ve MHP) “çözüm adına somut bir paket yok” tepkisini tüm kamuoyu yakından biliyor. Somut bir çözüm paketinin olmamasını eleştiren siyasi anlayışlara sormak gerekmez mi: Somut olmayan / içeriği belirsiz bir çözüm paketine niçin bu kadar sert tepki gösteriyorsunuz nice zamandır?
İlk elden bu partilerin tepkisini anlamlandırmak tabii ki mümkün, 30 yıllık çatışmalı sürece bakıldığında. Birisi, resmi ideolojinin üzerinden asker-bürokrat yapısıyla olan dirsek teması sayesinde var olmaya çalışırken; diğeri ise kitlelerin milliyetçi duygularını bu çatışmalı sürecin üzerinden sürekli tetikleyerek/besleyerek var olmaya çalıştı hep.
Sağ/sol kavramlarının içeriğinin boşaldığına dair yapılan tartışmalara katkı sunacak önemli örnekler olarak orta yerde durmaktalar bu partiler aynı zamanda.
Türkiye siyaset tarihinde belirli kavramları, değerleri babasından kalmış miras olarak gören anlayışların ki buna mevcut iktidar partisi de dâhildir, 21.yüzyılda hâlâ şunu anlayamamış olmaları da sanırım yine ancak “Türkiye modeli” ifadesiyle açıklanabilir: “İslamiyet”, “Atatürkçülük” ve “milliyetçilik” gibi değerler hiç kimsenin tekelinde değildir, babasından kalmış miras da değildir. Bir başkasının Müslümanlığı, Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği hakkında ahkâm kesmek, bunlara ipotek koymakla 21. yüzyılda siyaset yapılabileceğini sananlar, Kürt sorunu gibi derin ve sancılı bir sorunu çözmekte tabii ki ciddi roller üstlenemezler.